UA-219942626-1
Dolar 32,4736
Euro 34,7873
Altın 2.440,57
BİST 9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 24°C
Az Bulutlu
Ankara
24°C
Az Bulutlu
Cts 21°C
Paz 22°C
Pts 20°C
Sal 21°C

AKŞENER: HER GÜNE ZAMLA UYANIYORUZ!

A+
A-
8 Haziran 2022 11:41
333
ABONE OL

İYİ Parti lideri Meral Akşener,AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kadınlara yönelik söylediği “sürtük” sözünü eleştirerek ” ‘Bu hakareti denize dökülmesini unutamayan Yunanlı etmedi’ diye tepki gösterdi. Akşener “Bay kriz” olarak tanımladığı Erdoğan ve ekonomi  yönetimi sayesinde zamların art arda geldiğini de belirterek “Her güne zamla uyanıyoruz” diye konuştu.

Akşener partisinin haftalık olağan grup toplantısında yaptığı konuşmada,  “Atatürk diyor ki; ‘Bir hükümetin iyi veya fena olduğunu anlamak için, ‘hükümetten amaç nedir?’ bunu düşünmek gerekir. Hükümetin iki hedefi vardır. Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır.’ 1923’te yapılan bu tespitteki hakikate, bugünlerde tüm çarpıcılığıyla şahit oluyoruz. Bay Kriz ve olağanüstü ekonomi yönetimi sayesinde; artık her yeni güne, yeni bir zam haberiyle uyanıyoruz. Sabah ekmeğe zam, öğlen elektriğe zam, akşam doğal gaza zam. Gece yarısı benzine, mazota zam. Artık zamla yatıyor, zamla kalkıyoruz… 2 bin 500 lira reva görülen emeklilerimiz; Halk Ekmek kuyruklarında sıra bekliyor. Okula gidecek otobüs parası bulamayan gençlerimiz; umutsuzluk içerisinde gün geçiriyor. Akşam evde ne pişireceğini bilemeyen anneler; evine, et, süt, yağ, un, hatta çocuğuna bez bile alamadığı için, feryat ediyor.”dedi.

Akşener’in konuşması özetle şöyle:
“Milletimiz güvensizlik içinde yaşarken, saray şürekasına göre her şey yolunda. Milletimiz yoksullukla boğuşurken, 5 maaşlı, 10 maaşlı, saray danışmanlarının keyifleri, her zamanki gibi yerinde. Ülkede enflasyon, makyajlı hâliyle bile, yüzde 73 buçuk olarak açıklanırken, beceriksizliğiyle göz kamaştıran Nebati Bakan çıkıp; ‘Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç, üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyor’ diyor.

Böyle bir rezalet olabilir mi? Böyle bir pişkinlik olabilir mi? Yokluğa, yoksulluğa mahkûm ettiğiniz insanlarımızla, bir de utanmadan dalga mı geçiyorsunuz? ‘Dar gelirli hariç, diğerlerinin işleri yolunda’ ne demek? Dar gelirli vatandaşlarımızı, vatandaştan saymayan, böyle bir umursamazlık olabilir mi? Siz nesiniz o zaman? Bostan korkuluğu mu? Bu sistem, sizin tercihiniz değil mi? Uçacak dediğiniz Türkiye, böyle mi uçacak? Yazıklar olsun!”

“TÜİK, KENDİSİNİ ERDOĞAN’A SORUMLU HİSSEDİYOR”

“Neymiş? ‘Enflasyon düşüş eğilimine girmiş…’ Üretim maliyetlerini yansıtan ÜFE, üç haneli sayılarda, tırmanışa aynen devam ederken; Nebati Bakan’ın bu sözlerine bakınca, anlıyoruz ki, TÜİK, sihirli değneğiyle, tez zamanda bu arkadaşımızın, yardımına koşacak. Nitekim, bunun ilk işaretlerini görmeye başladık bile… İlk önce, TÜFE ve ÜFE oranlarından sorumlu, daire başkanını görevden aldılar. Sonrasında, 20 bölge müdürünü değiştirdiler. Şimdi de TÜİK, bu aydan itibaren; domatesin, patatesin kilosunu ne kadardan hesapladığını, kira fiyatlarını, ne kadardan hesapladığını, yayımlamayacağını açıkladı.

Nedenleri de neymiş biliyor musunuz? Avrupa Birliği’nden artık böyle bir talep gelmiyormuş… Şu işe bakar mısınız? TÜİK, yitip giden inandırıcılığını, geri kazanmak adına, vatandaşa daha şeffaf olmak yerine, tam tersine, ‘AB’den artık böyle bir talep gelmiyor, ben de yayınlama ihtiyacı görmüyorum’ diyor.

Yani; kendisini, bu ülkenin vatandaşına karşı değil, sadece, Sayın Erdoğan’a karşı sorumlu hissediyor. Yani; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumu değil de, Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu olduğunu itiraf ediyor. Yani; ülkemizdeki kurumsal devlet krizini, bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu vesileyle, bu rakamları belirleyen zevata, bir çift sözüm var: Açıkladığınız rakamlar, işçinin, memurun, emeklinin, maaş zammını belirliyor. Ay sonunu getiremeyen insanlarımızın vebali boynunuzda. Gelin, iki cihanınızı da karartmayın. Gelin, bu milletin ahını, daha fazla almayın. Ya görevinizi hakkıyla yapın, ya da millete karşı sorumluluğunuzun farkındalığıyla, o görevlerden, devlet insanı vakarıyla, şerefinizle ayrılın. Sakın unutmayın: Ah ile abat olan, dert ile berbat olur. Benden söylemesi…”

“SAYIŞTAY VE DANIŞTAY, ERDOĞAN’IN EN SEVMEDİĞİ KURUMLAR”
“Aziz milletim; ülkemizde giderek derinleşen kurumsal devlet krizi, maalesef TÜİK’le de sınırlı değil… Geçtiğimiz mayıs ayı, devletimizin iki köklü kurumunun, Sayıştay’ın ve Danıştay’ın, kuruluş yıl dönümleriydi. Biliyorsunuz ki; her iki yargı kurumumuz da, kadim devlet geleneğimizden damıttığımız, köklü kurumlarımızdır. Tabii ki böyle olduğu için de; Sayın Erdoğan’ın en sevmediği kurumlarımızdır.

Çünkü biliyorsunuz ki, kendisi adeta; devletimize, milletimize ve tarihimize ait ne varsa, yıkmaktan, bozmaktan ve yozlaştırmaktan sorumlu. Aksini yapamadığı herkese ve her şeye de, uyuz oluyor… Nitekim, iki kurumumuzun yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmalarda; her zamanki gibi, yine bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı değil de, âdeta devlete karşı mücadele eden, bir fanatiği gördük. Anayasal görevi, kamu idarelerindeki, mali faaliyetleri denetlemek olan Sayıştay’a, çıktı ve her zamanki yakışıksız tarzıyla, ayar verdi. ‘Açık aramayın’ dedi… Yani, ‘işinizi yapmayın’ dedi. Ben şimdi doğal olarak, kendisine sormak istiyorum: Hayırdır Bay Kriz? Neden bu kadar korktun? Neden bu kadar çekindin? Sayıştay’ın raporları, zaten yolsuzluk ansiklopedisi gibi. Şimdi tehditle, baskıyla, zorbalıkla, bunun önüne geçebileceğini mi zannediyorsun? Hiç boşuna uğraşma, hiç kendini yorma. Çünkü devlet unutmaz. Haksızlık, hukuksuzluk, kimsenin yanına kalmaz. O raporlar elbet bir gün, döner dolaşır, ilgililerin yakasına yapışır.

Bitti mi? Bitmedi. Aynı şekilde Danıştay’a da, hem sopa gösterdi, hem de hukuk dersi verdi. Neymiş?

‘Vesayete koltuk değnekliği yapan, gizli, açık örgütlerin arka bahçesi hâline dönüşen, Menfaat hesaplarının aleti olan bir yargı, Millet adına karar veremezmiş.’ Peki Danıştay’ın görevi ne? Yürütme organına yardımcı olan, bir inceleme, karar ve danışma organı olmasının yanı sıra, millet adına, yargı yolu ile, denetim yapmak.”

Sakın aklından çıkarma: Ne yaparsan yap, Türkiye’ye diz çöktüremeyeceksin. İlk seçimde yetkiyi alıp, Türkiye’yi, içine soktuğun, bu kurumsuzlaşma çukurundan, evelallah çekip çıkartacağız. Kurucu değerlerimizi hatırlayarak çıkartacağız. Atatürk’ün koyduğu o büyük vizyona, Cumhuriyetimizin o kutlu iradesine sarılarak çıkartacağız. Sen ve arkadaşların, istediğiniz kadar yıkmaya çalışın, biz milletimizle el ele, omuz omuza verip, Türkiye’yi düze çıkartacağız! Sen de oturup, muhalefet sıralarından, memleket nasıl yönetilirmiş kıskançlıkla izleyeceksin. Şimdiden alışsan iyi edersin.”

“Aziz milletim; vatanı sevmek; toprağını, ağacını, suyunu ve mahsulünü de sevmektir. Doğayı korumak, kollamak ve gözetmek; aslında vatanı savunmaktır. Suyun kirlenmesine, ağacın kesilmesine, toprağın yok edilmesine karşı çıkmak; bugününü, yarınını ve geleceğini korumaktır. Ama maalesef, iktidar mensupları, bu bilinçten tamamen uzak zihniyetleri ve eylemleriyle, bizleri, her gün yeni bir cephede savaşmaya zorluyor. ‘Çevreciliğin destanını yazdık’ diye övünenler, adeta, bizlere yaşanabilir bir çevre bırakmamak için çalışıyor. Döktüğü betonun yanına, peyzaj olarak üç beş fidan dikmeyi, çevrecilik zanneden, betonarme çapsızlık, bizlerin gönlünde, her gün yeni bir yara açıyor. Mekan değişiyor, zaman değişiyor ama cennet doğamıza edilen ihanet değişmiyor. Nitekim bugün de, sistematik bir ihanet zincirinin, son halkasına şahitlik ediyoruz. Marmaris Millî Parkı içerisinde bulunan, Kızılbük Koyu’nda, büyük bir talan, bir doğa katliamı yapılıyor. Rantiyeler yine iş başında… Yine bir otel, yine bir inşaat projesi uğruna, ormanlarımız, nefesimiz, canımız kesiliyor.

Buradan, kağıt üzerinde, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olarak geçen, gerçekte ise, çevremizin, şehirlerimizin ve iklimimizin tarumarına sessiz kalıp, yol veren, Murat Kurum’a ve Muğla Valiliğine sormak istiyorum: ‘ÇED raporu gerekli değildir’ kararını hangi çıkara, hangi amaca, ve hangi beklentiye göre verdiniz? Milletimizin gözünün içine baka baka, patlatılan dinamitlerle, millî parkımızın, ağaçlarımızın ve endemik bitkilerimizin yok oluşuna, neyin karşılığında göz yumuyorsunuz?

‘Kimse görmez, ne de olsa basın bizde; Kimse duymaz, ne de olsa sansür bizde; kimse bilmez, ne de olsa yargı bizde’ diyerek hareket edince, yapılanlara göz yumacağımızı mı sanıyorsunuz? Eğer Muğla’mızı sahipsiz, Millî Parklarımızı da kimsesiz zannediyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Millete inat, patrona itaat anlayışınızla, devrinizin daim olacağını sanıyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Adı, Yap-İşlet-Devret, özü, “Yak-Yağmala-Yok et” projeleriniz, yanınıza kalır diye düşünüyorsanız; çok yanılıyorsunuz! Çünkü artık İYİ Parti var. Milletimizin çalınan ve yağmalanan her bir karış toprağının, kopartılan her bir çiçeğinin, ağacının hesabını soracağız! Talana yol verenden de, altına imza atandan da, çanta taşıyandan da, hesap soracağız. İhaleyi alandan da, şantiye kurandan da, ranttan beslenip semirenden de, hesap soracağız. Şimdiden tüm ilgilileri uyarıyorum. Herkes ayağını denk alsın. Bunun şakası yok.

ERDOĞAN’A ‘SÜRTÜK’ TEPKİSİ
“Millete hesap vereceğine, milletten hesap soran, vatandaşının taleplerini dinleyeceğine, kendi taleplerini vatandaşa dayatan, insanının hakkını koruyacağına, hak yiyeni savunan, kirli bir zihniyetle karşı karşıyayız. Sayın Erdoğan ve arkadaşları sayesinde, artık her yeni güne; ‘Bugün acaba ne olduk?’ diye uyanıyoruz. ‘Bugün acaba hangi hakarete maruz kaldık?’ diyoruz. ‘Bugün acaba hangi konuda suçlandık?’ diye merak ediyoruz. Çünkü Sayın Erdoğan, milletimize yönelttiği hakaretler yelpazesini, her geçen gün, daha da çirkinleştirerek genişletmeye devam ediyor.

Tarihinin her döneminde, ‘Aziz’ olan, Büyük Türk Milleti, Ak Parti iktidarı nezdinde; Bir gün hain oluyor. Bir gün terörist oluyor. Bir gün nankör oluyor. Bir gün şükürsüz oluyor. Bir gün vicdansız oluyor… Nitekim geçtiğimiz hafta da, hiç utanmadan, sıkılmadan, zerre duraksamadan, bu aziz millete, ‘çürük ve sürtük’ dendi. Bu hakareti; denize dökülüşünü unutamayan bir Yunanlı etmedi. Bu hakareti; geçmiş yenilgisinin karın ağrısını taşıyan bir İngiliz de etmedi. Bu hakareti; travmalarını atlatamayan bir Fransız da etmedi. Bu hakareti; Bu ülkenin Cumhurbaşkanı etti, Cumhurbaşkanı! Yazıklar olsun! Bak sayın Erdoğan; sen bu ülkenin Cumhurbaşkanı seçildiğinde bir yemin ettin. Neydi o yemin hatırlıyor musun? Ben sana hatırlatayım…

‘Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağına’ yemin ettin! ‘Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına’ yemin ettin! ‘Milletin huzurunu ve refahını koruyacağına, millî dayanışma ve adalet duygusu içerisinde, herkesin, insan haklarından ve temel hürriyetlerinden, yararlanması ülküsünden ayrılmayacağına’, yemin ettin! ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek, ve üzerine aldığın görevi tarafsızlıkla yerine getireceğine’ yemin ettin!

Üstelik bu yemini; büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusun ve şerefin üzerine ettin. Hani nerede senin yeminin? Hani nerede milletin huzuru ve refahı? Hani nerede hürriyet? Nerede insan hakları? Nerede adalet? Nerede Atatürk ilke ve inkılapları? Sen yeminini bozdun, Sayın Erdoğan!”

“Üstelik ilk defa da değil, çook uzun zaman önce bozdun. Kibrinin esiri olup, hakikate kör olurken bozdun! İktidar sarhoşu olup, millî iradenin tecelligahı olan Gazi Meclis’imizi, vesayetin altına alırken bozdun! Kişisel hırslarına yenilip, milletin hazinesini, yandaşlarına peşkeş çekerken bozdun! Şimdi de; senin istediğin gibi davranmıyor, yaşamıyor, konuşmuyor diye; demokrasiyi, adaleti, özgürlüğü savunuyor diye; seni beğenmiyor, istemiyor, oy vermeyi de düşünmüyor diye; milletimize hakaret ederek bozdun!

Sen kendi egonu, ‘Hak ettikleri teşhisi koydum’ diye şişirmeye devam et. Sen kendi vicdanını, ‘Milletimizin diliyle konuştum’ diye rahatlatmaya devam et. Sen bu hakareti; sadece ‘gezici’ diye yaftaladıklarına ettiğini zannetmeye devam et. Ama ben seni acı gerçekle yüzleştireceğim. Burdur’da oruç ağzıyla haykıran, bir çiftçi kardeşim diyor ki;

‘Ben 14 yaşında evlendim. Kocamdan başka bir erkek görmedim. Allah’tan başka kimseye biat etmedim. Ben sürtük değilim. Bize sürtük diyemez, biz halkız!’

Ne oldu Sayın Erdoğan? Sadece şehirli kadınlar kızdı zannettin değil mi? Sadece oyuna talip olmadıkların öfkelendi sandın değil mi? Sadece karşı mahalle diye bildiklerine hakaret ettin diye düşündün değil mi? Ama yanıldın, hem de çok büyük yanıldın. Ben o gün de söylemiştim, bugün de tekrar ediyorum. Gezi, başlangıcından, bizzat senin elinle rayından çıkartılmasına kadar geçen süreçte; sağcısından solcusuna, muhafazakarından sekülerine, kadınından erkeğine, yaşlısından gencine, herkesin; istibdat rejimine karşı sergilediği, bir ruh, bir duruş, bir direniştir.

İstesen de, istemesen de, bu gerçeği değiştiremezsin. Ne yaparsan yap, bu ruhu yenemezsin! Ne kadar sayıp sövsen de, işte en sonunda böyle mağlup olursun! Ama hiç merak etme; Sana esas dersi, bu aziz millet sandıkta verecek! Edebi de, ahlakı da, saygıyı da, sana sandıkta gösterecek! Sen, ‘milletin dili’ diye, edepsizliği haklı çıkarmaya çalışadur, hakaret ettiğin bu aziz millet, sana en okkalı tokadını sandıkta gösterecek! Çünkü; Birleştireceğine, nefret saçandan Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; milletin namusunu koruyacağına, namusa dil uzatandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; devletin varlığına sahip çıkacağına, kendini devlet yerine koyandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; Türkiye Cumhuriyeti’nin, şanını ve şerefini yücelteceğine, ayaklar altına aldırandan, Cumhurbaşkanı olmaz!

Çünkü; vatanın bölünmez bütünlüğünü savunacağına, vatan toprağını, bir türlü sahiplenemeyenden, kupon arazi olarak görenden, Cumhurbaşkanı olmaz! Çünkü; hukukun üstünlüğüne, adalete, anayasaya bağlı kalacağına, yandaşa, saraya, koltuğa bağımlı kalandan, Cumhurbaşkanı olmaz! Ez cümle; sözünden dönenden, yeminini bozandan, emanete hıyanet edenden, Cumhurbaşkanı hiç olmaz!

Aziz Türk Milleti, artık senin gerçek yüzünü gördü. Geri sayım başladı, bunun artık dönüşü yok. Sandık geldiğinde, milletimizin kutlu iradesi, seni o sandığa gömecek. Emin ol, çok az kaldı!”

“HER OLAYDA FOYALARI ORTAYA ÇIKIYOR DİYE, ÖFKE NÖBETLERİ İÇİNDELER”

“Değerli dava arkadaşlarım; kaybedeceği hiçbir şeyi olmayanlar, cesurdur. Gizleyeceği bir şeyi olmayanlar, açıktır, nettir. Utanacağı bir şeyi olmayanlar, dürüsttür, şeffaftır. Hakkın ve hakikatin yanında duranlar, makuldür, sakindir. İşte bu yüzden biz; her türlü yalana, her türlü iftiraya karşı, dimdik dururken, memleketimizi, il il, ilçe ilçe, sokak sokak gezerken, milletimizle beraber, kol kola yürürken, ve her daim makulü savunurken, iktidar mensupları ise; bir büyük panik içerisinde, koltuklarına tutunmanın peşindeler… Tedirgin bir vaziyette, yalanlarına kılıf arama derdindeler… Her olayda foyaları ortaya çıkıyor diye, öfke nöbetleri, nefret krizleri içindeler…”

“Nitekim geçtiğimiz hafta, onlar kürsülerden atıp tutarken, biz Burdur’daydık. Milletimizin etrafına ördükleri korku duvarı, artık tamamen yıkılmış. İnsanlarımız artık, ‘açız’ diye değil; ‘Bizi kurtarın’ diye haykırıyorlar. ‘Yeter artık’ diye isyan ediyorlar. ‘Bitsin artık bu çile’ diye dua ediyorlar.

Mesela; Yeşilova’da yolumuza çıkan bir kardeşim diyor ki; ‘Çevremde 10 tane iş yeri kapandı. Elektrik faturam çok felaket, 4 bin 821 lira 60 kuruş geldi. Mesajı geldi, ödemesini yapamadım daha. İşlerimiz tamamen durdu. Köylü vatandaş bitiyor, biz de bitiyoruz. Hem çalışıyoruz, hem de batıyoruz.’ Mesela; bir fırıncı kardeşim diyor ki; ‘2020’de un 80 liraydı. Şu anda 400-450 lira arasında değişiyor. Çok zor alıyor insanlar. Kuru ekmek bile yükseliyor şu an. Bayat ekmek soran çok.’

Mesela; Bucak’ta bir muhtarımız diyor ki; ‘Bucak tütüncü memleketiydi. Şu anda tütün bitti. Köylünün yolu, suyu hiçbir şeyi kalmadı.’ Mesela; bir yandan siftahsız geçen günlerine, diğer yandan da, evladının uğradığı haksızlığa isyan eden, Makbule Hanım diyor ki; ‘Kızım harita mühendisi, 2 üniversite bitirdi. Yıllarca mücadele etti, KPSS’ye girdi. Türkiye’nin en ücra köşelerini bile tercih etti. 87 puan aldı, atanamadı. Aynı bölümden 56 puan alıp atananı duydum. Sokağın ortasında hüngür hüngür ağlasam haktır. Valla hakkımı helal etmiyorum.'”

“GENÇLERİN ELİNDEN, ‘GENÇLİKLERİNİ’ ÇALDILAR”
“Değerli dava arkadaşlarım; gençlerimiz kendilerini; işte böyle çaresiz, işte böyle kimsesiz, işte böyle sahipsiz hissediyor. Üstelik bu çocuklar, ‘şanslı’ olarak nitelendirilebileceğimiz koşullarda yaşaması gereken çocuklar.Büyükşehirde yaşayan gençlerimiz bile, bunları yaşıyor. Daha küçük şehirlerde, köylerde yaşayan, gençlerimizin, çocuklarımızın durumu, daha da vahim. Onlar, derin bir yokluk, yoksulluk ve imkânsızlık içinde yaşıyorlar. Çünkü; onların elinden, Cumhuriyet’in imkânlarını aldılar. Çünkü; onların elinden, fırsatlarını aldılar. Çünkü; onların elinden, yükselme, başarma, hayallerine kavuşma umutlarını aldılar. Ez cümle; onların elinden, çocukluklarını, gençliklerini, en güzel yıllarını çaldılar. Bunun için de ilk önce, eğitime saldırdılar. Hatırlayın: Cumhuriyet için eğitim; köyü, şehri, zengini, fakiri ayırt etmeden, her tüten ocağın, geleceğe dair güveniydi. Karda kışta, tüm zorluklara rağmen, gençleri okutan, yetiştiren azimdi. Onları geceleri, sobanın başında bile, ders çalıştıran umuttu. Her türlü koşulda, ideallerinin peşinden koşacak, memleketi, muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak nesillerin teminatıydı.”

“Cumhuriyet eğitim seferberliğini; köy okullarıyla başlattı. Önce, köylere gönderilecek öğretmenler yetiştirdi. Sonra o idealist öğretmenleri, köylere dağıttı. Bilimin ve fennin ışığını, memleketin dört bir yanına yaydı. Ne acıdır ki; bugün Cumhuriyetin bu vizyonundan, olabildiğine uzaktayız. Ak Parti’nin eğitimde yol açtığı en önemli tahribatlardan biri, hiç şüphesiz, köy okullarının kapatılması politikasına, hız vermesiyle yaşandı. Son 20 yılda, 20 binden fazla köy okulu kapatıldı. Taşımalı eğitim sistemi denilen, garabet bir uygulamaya geçildi. Sonuçta ortaya çıkan manzarada; köy var, köyde çocuk var, ama okul yok… Bugün tam tamına, 722 bin 845 çocuğumuz, köylerinden, şehir merkezlerine taşınıyor.

Köy okulları kapatılınca; Millî bayramlarımız artık köylerimizde kutlanamıyor. Artık İstiklal Marşımız, her Pazartesi köylerimizde okunmuyor. Bayrağımız göndere çekilmiyor. Köy okulları kapatılınca; köy hayatı da, canlılığını kaybetti. Tarım bitti, hayvancılık bitti. Oysaki, Atatürk’ümüz ne diyordu:

‘Köyler ülkemizin kılcal damarları, köylüler de milletin efendisidir.’ İşte biz, İYİ Parti olarak; köylülerimize hak ettikleri itibarı, yeniden kazandırmak için çalışıyoruz. Bugün maalesef; Cumhuriyet’in geleceği emanet ettiği o nesiller, artık o köylerden çıkmıyor. Çocuklarını köyden uzağa göndermek istemeyen ana babalar, ilk 4 yılın sonunda, çocuklarını okuldan alıyor. Özellikle kız çocuklarımız, erken yaşta okuldan alınıyor. Herhangi bir meslek sahibi olamıyor. Kimisi çocuk yaşta evlendiriliyor. Gelecek hayali kuramıyor.”

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.